Bilemedik mi geçemiyoruz. “Dur bakayım bunda bir hikmet vardır” diye diye, cevabı bulamasak da kendimize bir anlam çıkarmaya çalışıyoruz.
Boş bırakmıyoruz yani.
Soru orada öylece kalınca içimiz rahat etmiyor. Çünkü bazen cevabı bilmekten çok, “Niye bunu yaşıyorum?”u anlamak istiyoruz.
O yüzden de her yara bir öğretmen, her boşluk bir arayış bizde.
Ama şunu yeni yeni fark ediyorum: Kenara çekilmek de bir bilgelik. Her şeyin içine koşarak dalmamak, her yanıtın peşinden nefessiz gitmemek.
Bazen durmak, bir adım geri çekilmek… İşte o zaman zamanın o hırpalayan tarafı da seni ıskalamaya başlıyor. Çünkü sürekli içinde olunca zaman da seni yoğuruyor, yontuyor, harcıyor. Ama kenarda durunca… Bi’ nefes alıyorsun. Bi’ sakinlik geliyor.
Ve anlıyorsun: Her şeyi anlamak zorunda değilsin.
Bazı şeyler sessizce geçip gitsin. Bazen de “anlamadım ama tamam” diyebilmek lazım.
Zaten en son, anlam dediğin şey de gelip seni buluyor bir şekilde.
Çok da kasmaya gerek yokmuş meğer.