Taylan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Taylan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

07 Ekim 2025

Bir zamanlar seni diri tutan şehir, artık içini sıkıyor.
Sokaklar aynı, sesler aynı ama his bambaşka.
Kalabalığın ortasında kaybolmak eskiden huzur verirdi, şimdi sadece yorgunluk bırakıyor.
Nefes bile ağırlaştı; havanın, insanların, caddelerin rengi soldu. İnsanlar çoğaldı ama birbirine yaklaşamadı. Her yerde bir kalabalık var ama kimse kimseye dokunamıyor. Bir araya gelmeye vakit bulamamak, aslında birbirine yabancılaşmanın bahanesi oldu. Yakınlık arttıkça mesafe büyüdü.
Gitmek istiyorsun ama nereye gidersen git, orada da hep misafirsin. Hiçbir yer tam olarak “senin” değil. Kaldığın yerde daralıyorsun, gittiğin yerde yabancılaşıyorsun. Belki de mesele şehirde değil; senin içindeki eski duygular artık orada değil. Belki de zaman, seni ait olduğun yerden değil, ait hissettiğin halinden uzaklaştırdı.

12 Eylül 2025

“Sosyal çürüme” dediğimiz şey aslında bir anda yaşanan büyük bir yıkım değil; gündelik hayatın küçük anlarında, görmezden gelinen kırılmalarda kendini gösteriyor. Bağıranın işini daha çabuk yaptırdığı, sırada sabırla bekleyen kişinin “enayi” muamelesi gördüğü, “rica ederim” yerine kaba bir tonda söylenen sözlerin normalleştiği her anda bu toplumun dokusunun biraz daha aşındığını görüyorum. Nezaket, incelik ve kibarlık güçsüzlükle eş tutulurken; nobranlık ve kabalık ise adeta bir iş bitiricilik gibi sunuluyor.
Oysa benim için nezaket asla güçsüzlük değil. Tam tersine, kişinin kendine ve karşısındakine duyduğu saygının en görünür halidir. Asıl güç, öfkesini dizginleyebilmek, kırmadan konuşabilmek, haklıyla haksızı bağırarak değil, olgunlukla ayırt edebilmektir. Ama biz kısa vadeli kazanımlar uğruna kaba kuvveti ödüllendirdikçe, uzun vadede güvenimizi, işbirliğimizi ve birlikte yaşam kültürümüzü kaybediyoruz.
Bugün bu topraklarda nezaketin değersizleşmesi, hepimizi içine çeken bir kısır döngü yaratıyor. İnsanlar ben de kaba olayım ki ezilmeyeyim diyerek bu düzeni yeniden üretmeye başlıyor. Normlar tersyüz oluyor, güven eriyor, kurallar işlemez hale geliyor. Ve günün sonunda kimse kazanmıyor; aksine hepimiz kaybediyoruz.

08 Eylül 2025

Çalışma hayatı, zamanla insanın içine sinen bir gölgeye dönüşüyor. Her gün aynı masaya oturmak, aynı cümleleri kurmak, aynı telaşın peşinden koşmak… Bir noktadan sonra sadece iş değil, insan da kendini tekrar etmeye başlıyor.
Uzun yıllar aynı yerde kalmak bazen güven duygusu verirken, bazen de yavaş yavaş içten içe tükenmeye sebep oluyor. Asıl sorun işin kendisi değil; işin içinde kendimizi yenileyememek. Çünkü insan, değişmeyen düzenin içinde değişmeyi unutursa, günün sonunda kendi sesini de kaybediyor.
Belki de yapılması gereken, yeni bir yol bulmak değil; bildiğimiz yolun üzerinde farklı bir adım atmayı hatırlamaktır.

01 Eylül 2025

Hayatımız bazen birbirine eklemlenen rutinlerin uzun bir zincirine dönüşüyor. Her gün bir öncekini çağırıyor, her yıl bir öncekini taklit ediyor; zaman bir daire çiziyormuş gibi, hep aynı yollardan geçiyorsun. Bu döngünün ortasında, yaşadığımız coğrafya bile dar gelmeye başlıyor. Sıkıntının yalnızca mekândan değil, tekrarın kendi ağırlığından doğuyor.

Böyle anlarda, çaresizlik sessiz bir misafir gibi yanı başımızda. Sanki ilk defa hayata başlamışsın, ilkokulun ilk gününde olduğu gibi: “Ben şimdi ne yapacağım?” sorusu büyüyor, içinin ortasında yankılanıyor. Bir çocuk masumiyetinde ama bir yetişkin yalnızlığında kalakalıyorsun.

Belki de bu halin asıl öğretisi, aynı tekrarın içinde dahi yeni bir anlam arayabiliyor olmaktır.

16 Ağustos 2025

İçinde bulunduğumuz coğrafya, her geçen gün daha derin bir sosyal çürümeye teslim oluyor. İnsanların öfkesi, doğaya, hayvanlara ve en çok da kendi hemcinslerine zarar veriyor. Sabrın sınırlandığı, her anın hızla tüketildiği bir çağdayız; trafik ışıkları kırmızıdan sarıya, sarıdan yeşile geçerken beklenen o saniyelik sabrı bile kaybetmiş olanlar, önündekini itip geçmeyi küçük bir zafer gibi görenler, kahve almak için sıraya girerken bir adım önde olmayı kazanç sayanlar… Her hareket bir hesap, her bakış bir yarış.

Gülümsemek neredeyse suç, iyilik neredeyse masum bir hatıra. Kötülerin sesi yükseliyor, yalnızlık derinleşiyor ve en yakınımıza bile güven duygumuzu yitirmiş durumdayız. İnsan, kendi küçük kazançları uğruna empatiyi, sabrı ve insanlığı bir bir unuturken, medeniyet adına kocaman bir utançla yaşıyoruz bu topraklarda.

Şairin dediği gibi:
“Burası dünya yahu, burası bu kadar işte.” 

08 Ağustos 2025

“Festina lente” diye bir söz var, Latinceden geliyor: “Yavaş yavaş acele et.”
Aceleyle düşünüp hızlıca harekete geçmek, çoğu zaman insanı pişman edebilir. Oysa yavaş adımlar atmak, sonucunu kabullenmek ve o yolda emin ilerlemek bambaşka bir durum.

İnsanın hayatta bir hedefi olmalı. Ancak o hedefe koşarak değil, ufak ufak, sindire sindire gitmeli. Zira hızlı kararlar bazen öyle bir duvara çarptırır ki, toparlanman uzun sürebilir.
Uzun vadede, amacına doğru yavaş ama kararlı yürürsen, bir gün mutlaka varırsın.
Belki de hayatın kendisi, o hedefi aramakla geçiyor. Ama bulduğunda, geriye dönüp baktığında her adımın ne kadar anlamlı olduğunu fark ediyorsun.

Hız bizi varış noktasına götürür; sabır ise orada kalmamızı sağlar.



06 Ağustos 2025

Bizde bir şey var…
Bilemedik mi geçemiyoruz. “Dur bakayım bunda bir hikmet vardır” diye diye, cevabı bulamasak da kendimize bir anlam çıkarmaya çalışıyoruz.
Boş bırakmıyoruz yani.
Soru orada öylece kalınca içimiz rahat etmiyor. Çünkü bazen cevabı bilmekten çok, “Niye bunu yaşıyorum?”u anlamak istiyoruz.
O yüzden de her yara bir öğretmen, her boşluk bir arayış bizde.
Ama şunu yeni yeni fark ediyorum: Kenara çekilmek de bir bilgelik. Her şeyin içine koşarak dalmamak, her yanıtın peşinden nefessiz gitmemek.
Bazen durmak, bir adım geri çekilmek… İşte o zaman zamanın o hırpalayan tarafı da seni ıskalamaya başlıyor. Çünkü sürekli içinde olunca zaman da seni yoğuruyor, yontuyor, harcıyor. Ama kenarda durunca… Bi’ nefes alıyorsun. Bi’ sakinlik geliyor.
Ve anlıyorsun: Her şeyi anlamak zorunda değilsin.
Bazı şeyler sessizce geçip gitsin. Bazen de “anlamadım ama tamam” diyebilmek lazım.
Zaten en son, anlam dediğin şey de gelip seni buluyor bir şekilde.
Çok da kasmaya gerek yokmuş meğer.

04 Ağustos 2025

Sözler keskinleştiğinde, en çok sevdiğimizin kalbine nişan alırız. Çünkü onun en kırılgan, en savunmasız yerlerini en iyi biz biliriz. Ne yazık ki, bu bilgi çoğu zaman şefkat için değil, en derin yaraları açmak için kullanılır. O anlarda, en değerli özelliklerimiz bile değersizleşir, en kıymetli yanlarımız bile acı vermek için araç olur. Bir anlık üstünlük uğruna, yıllarca kapanmayacak yaralar açarız. Çünkü bazen kazanmak, aslında kaybetmektir. İlişki bir savaş meydanı değil, iyileşmenin alanıdır. Kelimelerimiz ya yıkar, ya da onarır.
Seçim bizim. Kırmak mı, onarmak mı? 



21 Temmuz 2025

Ormanda bir ağaç yanmaya başladığında, diğerleri de bu durumu hissedermiş. Sesle değil, dumanla değil; kökleriyle, yeraltındaki görünmeyen ağlarla... Tehlikeyi hisseder ve birbirini uyarırlarmış. Sessiz bir dayanışmadır bu. Gövdesi ayrı olan canlıların, ruhu bir olan birliği…
Ağaçlar, bizden daha az teknolojiye sahip aslında. Ama bizden daha çok bağlılar birbirlerine. Çünkü onlar ayrı olmadıklarını bilirler. Komşu ağacın yanışı, kendi sonlarının habercisidir. Bu yüzden bir ağaç yanarken, diğerleri susmaz; savunmaya geçer. Orman olmak bunu gerektirir.

İnsan ise her geçen gün daha çok konuşup, daha az anlamaya başlıyor. Bağlantı kurmanın bu kadar kolay olduğu bir çağda, bağ kurmak bu kadar zor. Ekranlar var, kulaklıklar var, platformlar, uygulamalar, hatta yapay zekalar… Ama ne yazık ki ne köklerimiz kaldı ne de toprağımız. Betonun üstünde, birbirine değmeden yaşıyor insan. Yanı başında bir hayat yanarken, gözünü başka bir yere çeviriyor. Acıya dokunmuyor; çünkü artık acı bulaşıcı değil, yalnızca rahatsız edici bir bildirim sesi gibi.

Oysa biz de bir ormandık bir zamanlar. Birbirimizin gözünün içine baktığımızda, kendi içimizi görürdük. Şimdi bakmıyoruz bile. Herkes kendi yangınıyla baş başa kalmış, ama kimse kökleriyle konuşmuyor.
Belki de yeniden öğrenmemiz gereken şey teknoloji değil, toprağın dili. Köklerin nasıl dokunduğunu, bir acının nasıl paylaşıldığını, susarak da nasıl konuşulabildiğini hatırlamak gerek. Çünkü gerçek iletişim sessizlikte başlar. Ve bir orman, ancak ağaçları birbirine ses olmaya devam ederse yaşar.
Belki de insanlık da ancak o zaman kurtulabilir:
Kendi köklerine döndüğümüzde.

19 Haziran 2025

Dünyada o kadar çok ses var ki kendi sesimizi kaybettik; artık duymaz hale geldik. Ve en kötüsü de, bu durumun farkında olmayışımız. Her yeni güne uyandığımızda zamanı yenmeye çalışıyoruz. Gün boyunca bir şeylere yetişmeye, gecikmemeye, zamanı kontrol etmeye uğraşıyoruz. Ama sonunda kenara çekilip durup baktığımızda, zamana kaybeden hep biz olmuşuz. Hem kendi sesimizi yitirmişiz hem de zamanı yakalayamamışız. En sessiz çığlık belki de budur: kendimize yabancılaşmak, uzaklaşmak ve bunu fark edememek.

12 Haziran 2025

Ait olmadığın, ancak içsel olarak kısa süreli bir huzur bulduğun bir coğrafyaya gerçekten ait olup olmadığını insan nasıl anlar? Yoksa komşunun çimeni bize her zaman, kaçmaya çalıştığımız yerden daha mı yeşil görünür?

04 Haziran 2025

İnsan değişir, dönüşür. Bazen fark etmeden, bazen sarsılarak. 
Her şeyden emin olsaydık, öğrenemezdik.
Belirsizlikler büyütür bizi, kayboldukça kendimize yaklaşırız. "Çünkü insan, keşfedilmemiş tek adadır." Dışarıdan bakıldığında basit görünür ama içinde ormanlar, derin mağaralar, saklı kıyılar vardır. Kendine çıktığın yolculuk, en uzun olanıdır. Ve her adımda biraz daha kendine benzersin.

02 Haziran 2025

…Ve belki de en önemlisi: büyümek, olanı olduğu gibi kabul edebilmek; hayatın akışına direnmeden, onunla birlikte akmayı öğrenmektir. Geçmişi değiştirme çabasından vazgeçip, şimdiye kök salmak ve geleceğe karşı yumuşak bir cesaretle durabilmektir.

Fakat insanın varoluşunu asıl derinleştiren şey, yanında yürüyen bir başka bilinçtir. Yanımda yaşadığım insanın kalbime dokunuşu, yalnızca bir eşlik değil; bir aynalanmadır. Onunla birlikte büyümek, aynı zaman çizgisinde olgunlaşmak; zamana birlikte meydan okuyabilmektir.

Hayatı birlikte düşünmek, birlikte hissetmek, dünyayı iki ayrı bedende ama tek bir yürekle algılayabilmektir. Kimi zaman bir bakış, kimi zaman bir dokunuşla dile gelmeyen şeyleri anlamak... Bu, sadece paylaşmak değil; birlikte var olmaktır.

O yüzden geçmişe değil, şimdiye bakmayı seçiyorum.

Çünkü gerçek zaman, birlikte hissedilen andır.

Ve insan, en çok yanında gerçekten "olan"la tamamlanır. 

40'a Dair.

09 Mayıs 2025

Belki de en büyük yanılgımız, birbirimizi dinlediğimizi sanmak. Oysa çoğu zaman sadece kendi cevabımızı hazırlarken susuyoruz. Dinlemediğimiz için anlamıyoruz; anlamadığımız için de hep yanlış yerde arıyoruz doğruları.

02 Mayıs 2025

Hayatta bazen neyi nasıl dengeye oturtmamız gerektiğini bulmak gerçekten zor olabiliyor. Hangi duyguyu ne kadar yaşayacağız, hangi kararı ne zaman vereceğiz, neyin peşinden gideceğiz… Bütün bu sorular bazen insanı içinden çıkılması güç bir denklem gibi sarıyor. Hele ki yalnızsan, bu denge işi bir noktadan sonra bir tür akrobasiye dönüşebiliyor.
Ama sonra bir sabah, her şeye birlikte gülebildiğin, hayatın cilveleriyle birlikte dalga geçebildiğin biriyle uyanıyorsun. Uyandığında göz göze geldiğinizde, hiçbir şey söylemeden anlaştığınız birinin varlığıyla güne başlıyorsun. İşte o zaman fark ediyorsun ki bu hayata 1-0 değil, belki de birkaç gol farkla önde başlamışsın.
Bunun kıymetini bilmek, herhangi bir maddi ölçüyle ifade edilemeyecek kadar özel bir şey. Çünkü bazı insanlar sadece hayatına girmez; huzur getirir. Kahkahalarında, sessizliğinde, hatta sadece varlıklarında bile bir denge saklıdır. Onlar yanındaysa dünya biraz daha az karmaşık, sabahlar biraz daha anlamlıdır.
Ve böyle birini bulduysan hayatında, bazen evrene küçük bir teşekkür yollamayı da unutmamalı. Hani şöyle sessizce:
"Eyvallah evren… Bu sefer güzel denk geldi."

20 Nisan 2025

Geçmişin sıcaklığına duyulan özlem, bugünün soğuk yüzüne tutunamamak… Alışamamak sadece zamana değil; dayatılan değerlere, hızla değişen anlamlara da. Bir şarkının mırıldandığı çocukluk anısı, bir sokak lezzetinin taşıdığı mahalle kokusu… Bunlar artık birer sığınak gibi: basit, ama derin.
Bazı coğrafyalar için dünya sadece zor değil, aynı zamanda unutkan. En temel hakların bile tesadüflere emanet olduğu bir yer burası. Günlük hayatın bile sürekli yeniden inşa edilmesi gereken bir mücadeleye dönüştüğü, dengeden çok belirsizliğin sabit olduğu topraklar…
Peki bu girdaptan nasıl çıkarız?

30 Aralık 2024

İnsanın değişim yolculuğunda en derin izleri bırakan iki temel itici güç vardır: Ya hayat ona bilgelik kazandıracak kadar çok şey öğretmiş, dünyayı ve kendini yeniden anlamlandırmasını sağlamıştır ya da ruhunda ve bedeninde derin yaralar açacak kadar büyük acılar yaşamış, onu eski benliğinden koparıp yeni bir kimliğe bürünmeye zorlamıştır. Öğrenme ve acı, insanın ruhunda devrim yaratacak iki uç nokta olarak karşımıza çıkar. İlki, farkındalığın ışığını açarak dönüşümü bilinçli bir süreç haline getirir; diğeri ise bir tür yangın gibi, küllerinden yeniden doğmayı mecburi kılar. Hangisi olursa olsun, değişim her zaman bir yolculuk, bir sınav ve yeni bir başlangıçtır.

01 Aralık 2024

İnsanı asıl olgunlaştıran şey, karşısına çıkan durumlar değil, bu durumlar karşısında verdiği kararlar. Hayatta iki yol arasında kalıp, “İşte bu!” diyerek birini seçmek ve o yolda yürümek, insana büyümeyi öğretiyor. Sorumluluk almak, sadece kendi kararlarının sonuçlarına katlanmayı değil, aynı zamanda bu sonuçların getirdiği değişimlere kucak açmayı da gerektiriyor.
Bazen her şeyi geride bırakıp başka bir hayata, örneğin bir ege kasabasına taşınmaya karar verirsin ve bu cesaret, seni büyütür. Evlenmeye karar verdiğinde, başka bir insanla hayatını birleştirme sorumluluğunu üstlenirken olgunlaşırsın. Boşanmayı seçtiğinde ise o zorlu sürecin getirdiği farkındalıkla bir kez daha büyürsün.
Ancak buradaki en önemli nokta, tüm bunların yalnızca başına gelen şeyler olmaması gerektiğidir. Hayatı akışına bırakmakla, bilinçli seçimler yaparak yaşamak arasında derin bir fark vardır. Sormak lazım: “Bu yolu ben mi çizdim, yoksa su kendi yolunu mu buldu?” Eğer seçimlerinin gerçekten sana ait olduğunu hissediyorsan, o zaman yaşamın iplerini eline almışsın demektir.
Hayat, seçimlerinle şekillenir. Ve insan, en çok kendi yolunu çizdiği zaman olgunlaşır.

25 Kasım 2024

İnsan yaşamı, her dönemiyle ayrı bir hikâye, ayrı bir arayıştır. Çocukluk, saf bir hayal dünyasının koruyucu kollarında şekillenir; maddi kaygılardan uzak, manevi sevginin sınırsız sıcaklığında bir yuva arayışı... Gençlik ise daha fırtınalıdır; arzuların peşinde koşarken, maddi kazanımlar bir güç ve özgürlük simgesi haline gelir. Ancak bu dönemde bile, ruhun derinliklerinde, anlam arayışının ince fısıltıları duyulur.

Yıllar geçtikçe, maddi başarıların parlak yüzeyi yerini bir iç sorgulamaya bırakır. Olgunluk dönemi, sahip olmanın ötesinde, olmanın anlam kazandığı zamandır. İnsan, artık sadece neyi başardığını değil, neyi hissettiğini sorgular. Zira paranın satın alamadığı şeyler, bir gün sessizce kalbin en ağır kefesine yerleşir: huzur, sevgi, anlam…

Sonunda insan, yaşamın bir matematik değil, bir şiir olduğunu anlar. (En azından bana göre) Maddi ve manevi değerler arasında bir denge kurma çabası, insan olmanın en kadim sınavıdır. Her yaş, ruhun bu dengeyi bulma çabasının başka bir perdesidir; kimisi kırılgan, kimisi cesur, ama her biri bir bütünün vazgeçilmez parçasıdır. Bu yüzden, her dönemi anlamla doldurmak, insanın kendisine verebileceği en büyük hediyedir.

08 Kasım 2024

Kayıplar ve yas, derinlerde kök salan bir bekleyiş gibi. Kaybettiğimizi sandığımız şey, her gün yeni bir yüzünü göstermek için sessizce pusuda, bir köşede sabırla bekliyor. Yas ise sona erdiği düşünülenle süregelen bir bağ; zamanın ötesine dokunan, bitmek bilmeyen bir hatırlayış.