16 Ağustos 2025
11 Ağustos 2025
09 Ağustos 2025
Hatta,
Çirkin yaratıldığından bile o kadar müteessir değildi.
Kundurası vurmadığı zamanlarda anmazdı ama Allah'ın adını.
Günahkâr da sayılmazdı.
Yazık oldu Süleyman Efendi’ye.
Mesele falan değildi öyle,
“To be or not to be” kendisi için.
Bir akşam uyudu,
Uyanmıyıverdi.
Aldılar, götürdüler,
Yıkandı, namazı kılındı, gömüldü.
Duysalar öldüğünü alacaklılar,
Haklarını helal ederler elbet.
Alacağına gelince,
Alacağı yoktu zaten rahmetlinin.
Tüfeği depoya koydular,
Esvabını başkasına verdiler.
Artık ne torbasında ekmek kırıntısı,
Ne matarasında dudaklarının izi.
Öyle bir rüzgâr ki,
Kendi gitti.
İsmi bile kalmadı yadigâr.
Yalnız şu beyit kaldı kahve ocağında,
El yazısıyla:
“Ölüm Allah’ın emri,
Ayrılık olmasaydı.”
08 Ağustos 2025
06 Ağustos 2025
Bilemedik mi geçemiyoruz. “Dur bakayım bunda bir hikmet vardır” diye diye, cevabı bulamasak da kendimize bir anlam çıkarmaya çalışıyoruz.
Boş bırakmıyoruz yani.
Soru orada öylece kalınca içimiz rahat etmiyor. Çünkü bazen cevabı bilmekten çok, “Niye bunu yaşıyorum?”u anlamak istiyoruz.
O yüzden de her yara bir öğretmen, her boşluk bir arayış bizde.
Ama şunu yeni yeni fark ediyorum: Kenara çekilmek de bir bilgelik. Her şeyin içine koşarak dalmamak, her yanıtın peşinden nefessiz gitmemek.
Bazen durmak, bir adım geri çekilmek… İşte o zaman zamanın o hırpalayan tarafı da seni ıskalamaya başlıyor. Çünkü sürekli içinde olunca zaman da seni yoğuruyor, yontuyor, harcıyor. Ama kenarda durunca… Bi’ nefes alıyorsun. Bi’ sakinlik geliyor.
Ve anlıyorsun: Her şeyi anlamak zorunda değilsin.
Bazı şeyler sessizce geçip gitsin. Bazen de “anlamadım ama tamam” diyebilmek lazım.
Zaten en son, anlam dediğin şey de gelip seni buluyor bir şekilde.
Çok da kasmaya gerek yokmuş meğer.
04 Ağustos 2025
Seçim bizim. Kırmak mı, onarmak mı?
21 Temmuz 2025
08 Temmuz 2025
19 Haziran 2025
12 Haziran 2025
04 Haziran 2025
03 Haziran 2025
02 Haziran 2025
…Ve belki de en önemlisi: büyümek, olanı olduğu gibi kabul edebilmek; hayatın akışına direnmeden, onunla birlikte akmayı öğrenmektir. Geçmişi değiştirme çabasından vazgeçip, şimdiye kök salmak ve geleceğe karşı yumuşak bir cesaretle durabilmektir.
Fakat insanın varoluşunu asıl derinleştiren şey, yanında yürüyen bir başka bilinçtir. Yanımda yaşadığım insanın kalbime dokunuşu, yalnızca bir eşlik değil; bir aynalanmadır. Onunla birlikte büyümek, aynı zaman çizgisinde olgunlaşmak; zamana birlikte meydan okuyabilmektir.
Hayatı birlikte düşünmek, birlikte hissetmek, dünyayı iki ayrı bedende ama tek bir yürekle algılayabilmektir. Kimi zaman bir bakış, kimi zaman bir dokunuşla dile gelmeyen şeyleri anlamak... Bu, sadece paylaşmak değil; birlikte var olmaktır.
O yüzden geçmişe değil, şimdiye bakmayı seçiyorum.
Çünkü gerçek zaman, birlikte hissedilen andır.
Ve insan, en çok yanında gerçekten "olan"la tamamlanır.
40'a Dair.
09 Mayıs 2025
02 Mayıs 2025
20 Nisan 2025
Bazı coğrafyalar için dünya sadece zor değil, aynı zamanda unutkan. En temel hakların bile tesadüflere emanet olduğu bir yer burası. Günlük hayatın bile sürekli yeniden inşa edilmesi gereken bir mücadeleye dönüştüğü, dengeden çok belirsizliğin sabit olduğu topraklar…
Peki bu girdaptan nasıl çıkarız?
18 Mart 2025
04 Mart 2025
Her gün aynı döngü… Sabah gözlerimi açtığım anda zihnimde beliren yapılacaklar listesi, bildirimlerle dolup taşan telefon ekranı, ardı arkası kesilmeyen e-postalar… Hep meşgulüm. Herkes meşgul. Sanki koşturmadığımız anlarda eksik kalacağız, geri düşeceğiz. Ama gerçekten bir yere varıyor muyuz?
Meşguliyetin bir statüye dönüştüğü bir çağda yaşıyoruz. Ne kadar meşgulsek, o kadar önemli olduğumuza inanıyoruz. "Vakit yok" cümlesi, bir tür madalya gibi taşınıyor artık. Oysa bu kadar hız, bu kadar acele bize gerçekten ne kazandırıyor?
Sürekli bir yerlere yetişmeye çalışıyoruz ama nereye? Sokakta hızla yürüyen insanlara bakıyorum; yüzlerindeki gerginlik, sabırsızlık, önündekinin bir an önce çekilmesini isteyen bakışlar… Trafikte, işyerinde, market sırasındaki telaş… Sadece kendi işimizin hemen çözülmesini istiyoruz, başkalarının aciliyetine tahammülümüz yok. Herkes öncelikli, herkesin işi en önemli. Ama bu hengâmenin içinde kendimize ve başkalarına gerçekten zaman ayırabiliyor muyuz?
Belki de yanlış sorular soruyoruz. Daha hızlı olmak yerine, daha bilinçli olabilir miyiz? İşleri yetiştirme telaşı yerine, gerçekten anlamlı bir şeyler yapmayı deneyebilir miyiz? Sahi, her şeyin hızlandığı bu dünyada, zaman kazanmak adına kaybettiklerimizi hiç düşündük mü?
Hayatı bir aciliyetler bütünü olarak yaşamak yerine, anları değerli kılmayı öğrenebilir miyiz? Zira bazen en büyük ilerleme, durup düşünmektir. Belki de gerçek mesele zaman yönetimi değil, anlam yönetimidir…