Eylül ayının son günlerinden biriydi, İstanbul’un en işlek semtlerinden biri olan Caferağa’da bir kaç bira içtikten sonra kalktım. Deniz kokusuna, rıhtıma doğru ağır adımlarla ilerliyordum.
Saat 23.30 suları gibiydi. Herkesin muhtemelen evlerine yetişme telaşı ile hızlı adımlarla bir araç bulup bir an evvel kaybolma çabası var gibiydi. Ve karşımda üzerime doğru gelen siyahlar içinde bir kadın!
Evet, yıllar evvel adı aşk denilen duyguyu birlikte öğrendiğimiz o güzide insandı. Heyecanlanmıştım. Bana attığı her adımla kalbim daha da hızlı çarpmaya devam ediyordu. Onun da beni fark ettiğini gördüm.
Yolunu değiştirmedi, bana doğru gelmeye devam etti ve aramızda ki mesafe yarım metreye kadar düşmüştü. Durduk. Gözlerimize baktık. Bu yaklaşık 10 saniye kadar sürmüştü. Fakat bana ayrıldığımız süre zarfı kadar, yani yıllar kadar gelmişti.
Sonra mı?
Nasılsın? Nefes darlığın iyileşti mi?
...
02 Ekim 2015
Bana yeni bir hüviyet verin. İçinde insanlık olsun, özgürlük olsun, Bir tutam gelecek vaat eden gün ışığı olsun Zenginliklere filanda gerek yok, mütevazı bir mutluluğa da razıyım
12 yılda tarafıma tanıklık eden kadın adlarından yaptığım akrostiş'le, bir kez daha yalnızlığın tanımını ortaya çıkarmıştım. O an zaman durdu ve ben bildiğim her şeyi unuttum.
Işıkları söndür suna su Vapurları duyacağız ha Dün gece uykumda sıçradım Beni mi çağırdın suna su Nereye gideceğiz ha yirmibeşinci kısım Attila İlhan
ekinoks açılımı: Eşit olan gece gündüz değil de, insanlık olsaydı... Güneşin en yalın haliyle tüm evren ısınsaydı, yılda bir kez olmasına da gerek yoktu...
oysa yaşlandıkça bulunur mavinin en iyisi akasya çürür tren hızlanır eller ufalır gibi kim yitirir söz gelimi bir başkasının bulduğunu evet kim yitirir kim bulur Turgut Uyar
22 Eylül 2015
Kaç kişiydik bu cenahta da, biriyle çıkıp varamadık şu yad ellere..
15 Eylül 2015
Zohreh Jooya - Ayışığında
Dışarıda belki dolunay var belki
yeni ay belki de dışarısı zifiri karanlık. Ay ışığı kimi zaman hüzünle
doldurmuştur içimi, kimi zamanda umutla.
Kışın Türkiye'nin en uç
noktasında uyku tutmadığı zamanlarda camı açıp zehir gibi soğuk havayı içime
çektiğimde, orada bir yerlerde unutulmuşum hissine kapıldığım çok olmuştur.
Örneğin; bir kadının sevgilisinin
hediye ettiği tek taş yüzüğü, bir adamın pahalı olmayan ama sevdiği kadından
hediye alıp gözü gibi baktığı bir çift gümüş kol düğmesi gibi... Bir otobüs
koltuğunun en ücra noktasına düşmüşüm gibi ya da bir masanın ayağının dibinde
ya da elini yüzünü yıkarken çıkarılıp lavabonun kenarına bırakılıp orada unutulmuş
da 3-5 gün sonra ve yahut en fazla on gün sonra akla gelen, hemen hatırlanmayan
ama hatırlandığında ev, çanta, araba didik didik edilen bir türlü bulunamayan…
Her hatırlandığında boğazda bir yumru oluşturan Kıymetli bir şeymiş gibi. Sanki
yıllarca unutulduğum yerde bekleyecekmişim hiç bir zaman bulunamayacakmışım
gibi. Belki de hiç bir zaman bulunamayacak toprağa sürüklenip kaybolacak, belki
bir yağmur suyu mazgalından kanalizasyona karışacak, belki değerimi hiç bir
zaman anlamayacak biri bulacak beni önemsemeyecek gibi...
Bu his beni hem umutsuzluğa hem
mutsuzluğa sürüklerdi. Gözlerim dolar, Boğaz'ım düğümlenir, sessiz gözyaşlarım
süzülürdü yanaklarımdan. Sonra birden ay ışığı bana umudu hatırlatırdı.
Karanlığın içindeki bir parça Işık.
Ben bir kere en sevdiğim tokamı
kaybetmiştim ve hiç ummadığım bir anda olmadık bir yerden onu tekrardan
bulmuştum çok sevinip hep onu takmıştım saçıma ve sonra gözüm gibi bakmıştım
ona bir daha hiç bir yerde unutmamıştım.
Belki beni kaybeden de beni unuttuğu yerde
yeniden bulabilirdi, değerimi anlar bana gözü gibi bakar hep en korunaklı
yerinde, yüreğinde saklardı beni. Niye olmasındı hem gecenin en karanlığı
aydınlığa en yakın an değil miydi? Hem de ay ışığı ne kadar parlaktı…